Kırklareli ve Laz

Kirk  veya kırk  sözcüğüyle ilgili olarak Web'de Aggressive Christianity  adlı sitede ilginç bilgiler veriliyor (AC, 2020). Önce bu bilgiler üzerinde duracak, sonra yorum ve değerlendirmemizi yapacağız.
---------
"Church" eski İngilizcede  ve Almancada kirche  şeklinde söylenirdi. İskoçya'da kirk  denirdi. Oxford Universal English Dictionary 'de  Church için, [Eski İngilizce; cirice, circe; Orta dönem İngilizcesi chereche, chiriche, chirche;  oradan churche, cherche ve diğerleri. Grekçe Kuriakon.] bilgisi veriliyor.

Kuzey bölgelerinin İngilizcesi ve İskoç İngilizcesinde Kirk denirdi. Eski Grekçede ku-ri-a-kos  veya ku-ri-a-kon  şeklinde telaffuz edilirdi.

Karşılığı olarak kullanılan ecclesia  sözcüğü, kuriakos 'u temsil edemez. Kuriakos,  kökü olan Kurios  sözcüğü ile anlaşılır ki Lord, Efendi, Tanrı veya İlah anlamındadır.

Kuriakos  ise "Tanrıya ait olan" manasınadır.

Greklerin Kuriakos  sözü İngilizlere "cirice" (kirike) şeklinde geçmiş ve daha sonra  "churche" (ke
rke)1 olmuştur. Günümüzdeki Çörç'ün (Church ) geleneksel asıl telaffuz biçimi  kerke 'dir.

Grekçe'den İngilizceye çeviri yapan mütercimler önemli bir kural ihlali yaptılar. "Church" sözcüğü için  kuriakos 'tan  yararlanmak yerine farklı bir manaya sahip olan ecclesia  kelimesini öne çıkardılar. Church'ün, ecclesia  kelimesinin karşılığı olduğunu ileri sürdüler.

Grekçe kuriakos  kelimesi Yeni Ahitte iki, ecclesia  sözcüğü ise 115 defa geçmektedir. Üçü hariç ecclesia  kelimesi her defasında yanlış tercüme edilmiştir. Ecclesia,  church değil, "kasaba meclisi" anlamındadır ve esas olarak Efes şehrinin belediye meclisini tanımlar.

Greklerin  ecc-lesia  kelimesi tam olarak "çıkış-çağrı" şeklinde çevrilebilir. Meclise seçilen kişilerin görevli memurlar tarafından toplantıya katılmak üzere aranması veya çağrılması ile ilgilidir.  Meclise veya toplantıya "çağrılma" daha sonra "kiliseye çağrılma" olarak değerlendirilmiş ve  ecc-lesia   sözcüğü "church" anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Ecclesia;  dünyevi krallardan, resmi yöneticilerden bağımsız, dini nitelikte "sivil, politik bir cemat oluşturma" girişimidir.

Sadece İsa'yı yücelten, yer yüzünde onu hükümran kılmak isteyen bir girişim. Bir cemaat  veya İsa'ya gönülden bağlanan insanlar topluluğu.

Onların amacı kiliseler inşa etmek, insanların kiliselere devam etmelerini sağlamak değildir. Yeni Ahit'te bugünkü anlamda bir "kilise" kavramı yoktur.

"Tanrı'nın insanları" olarak adlandırılanlar; cemaat ruhuyla yaşayan, birlikte hareket eden kimselerdir ve onlara ecclesia  denir.

Heybetli yapılar şeklinde inşa edilen Church'ler  "sözde"  ecclesia  'dır.

Ecclesia,  İsa'nın öğretisi çerçevesinde, bağımsız bir öz-yönetim anlayışı ile insanların kendi kendilerini idare etmeleri manasına gelir. Ecclesia  hafta sonları kilisede toplanan dini bir organizasyon değildir. İncil'de Church'lerin ecclesia 'ların yerini alacağına ilişkin hiçbir şey yoktur. Kiliseler, dinsizler için ve onlar tarafından tasarlanmış dinsiz organizasyonlardır. Bu putperestliğe artık bir son verilmelidir. Tanrı'nın rehberliğinde, bir cemaat olarak bizim gerçek kralımız, gerçek liderimiz İsa'dır. O bizim gerçek Ecclesia 'mızdır.

--------
Yazar, ecc-lesia  kelimesinin "belediye toplantılarına çağrılma" anlamına geldiğini, sözcüğün "İsa'nın cemaatine katılma" olarak değerlendirilirse daha anlamlı olacağını,  "resmi kilise örgütüyle ilgili olmadığını" ileri sürerken ecclesia 'nın  kökeni hakkında fazla bir bilgi vermiyor.

Kelime çözümlemesinde terkipler farklı yerlerden bölünerek incelenebilir. Bazen hangi bölmenin daha doğru olacağı konusunda tereddütler yaşanır. Nedeni, kelimelerin "alt sözcüklere" ayrılmasında  araştırmacıyı destekleyecek yeterince kanıt bulunmamasıdır.

Bir  diğer neden, farklı zaman dilimlerinde ve farklı kültürlerde alt sözcüklerin farklı anlamlar ortaya koyabilmesidir. Grekler için, ecc-lesia  kökeni kendilerine ait olmayan "devşirilmiş" bir sözcüktür. Bu nedenle yazılış, söyleyiş biçimi ve anlamı da farklılaşmıştır. Buna karşın, sözcüğün "özü", "cevheri" veya "poları" ödünç alınan özgün sözcükle aynı olmalıdır.

Bütün mesele, "özgün sözcüğü" bulmakla ilgilidir.

Orijinal sözcüğü bulmak yıpratıcı bir iş. Bir çok kelimeyi deneme yanılma yoluyla test etmek ve uyum iyiliği (goodness of fit) derecesini saptamak gerekiyor. Binlerce yıllık tarihi süreçte sürekli değişime uğramış, birbirine yakıştırılan veya birbiriyle eşleştirilen kelimelerin yüksek uyum iyiliği göstermesi imkansız.

İstatistikte, bazı hesaplamalara dayalı olarak bir takım değerler belirlenir, "şu değerler arasında kalmışsa, uyum iyiliği vardır" denir. Önemli ölçüde uyum, "uyum iyiliğinin kanıtı" olarak değerlendirilir.

Önemli ölçüde uyum derken, bir oranla ifade etmek gerekirse yüzde 30'luk bir kesişim alanından başlar, yüzde 70'lik kesişim alanına kadar devam eder. Daha yüksek uyum derecesi, zaten "aynı anlamda" olduğu şeklinde yorumlanır. Fakat kelimelerin özünden, cevherinden söz ediyoruz. Anlamları orana vurmak mümkün değil. Geriye tek şey kalıyor, inandırıcılık. Uyum iyiliği konusunda, mantık çerçevesinde kalarak  insanları ikna etmek.

Ecclesia  kelimesinin Hint kültüründen ödünç alındığını düşünüyorum. Temel neden Grek kültürünün büyük ölçüde Orta Doğu ve Hint kültürüne dayanıyor olması. Hintçedeki iki kelime ecclesia  ile ilgili olabilir: Kailash ve Kalasha. 

Kailash, Asya'da en kutsal olarak görülen bir dağın adı. Kalasha ise Şiva'ya ve diğer tanrılara yönelik ibadetlerde kullanılan ve bu amaçla özel olarak süslenilen büyük bir vazo. Tanrıçayla ilgili bir kap.

Kailash, Tibet'teki Himlayalar dağ silsilesinin içinde bir yerde imiş. Budist ve Hindular bu dağı kutsal olarak gördüklerinden oraya mabetler yapmışlar. Dağı dünyanın semaya açılan kapısı olarak görüyorlar. Dikey bir "manevi aks". Dünyanın bu aksın, bu yükseltinin etrafında döndüğüne inanıyorlar.

"Kailash Dağı", Şiva'nın yükseklerdeki tahtı olarak değerlendiriliyor aynı zamanda.

Binlerce yıldan beri insanlar bu dağı ziyaret ederler, etrafında 75 km'yi bulan geniş bir daire çizerek tavaf ederlermiş. Yaşamında bu dağı bir kere olsun tavaf eden bir hacı, ömür boyu günahlardan kurtulduğuna, felaha erdiğine inanırmış (Colorado College, 2014).

İkinci sözcük Kalasha. Kalaş  veya kalasa  şeklinde de telaffuz edilebiliyor. Sürahi, saksı veya küp anlamında. Bakırdan, pirinçten, altından, gümüşten veya kil çamurundan yapılan... Dini anlamdaki kalasa,  içine su konan ve ağzına Hindistan cevizi ve mango yapraklarıyla tıkaç yapılan bir kap. Bu şekildeki aranjmana Purna-Kalasha  adı veriliyor. Pîr-Ana'nın Küpü. Nûr-Ana'nın Vazosu.

Vazonun tepesine konan Hindistan cevizi bazen kırmızı bir bezle sarılır, cevizin şira adı verilen tepesi çıplak bırakılırmış.

Kalas'a, Jainizm'de "hayırlı nesne" olarak bakılıyormuş. Dekoratif bir nesne olmanın ötesinde dini ibadetlerde tören objesi olarak değerlendiriliyormuş.

Kalas, Vedalar'da "bolluk-bereket" ve "hayatın kaynağı" olarak görülürmüş. Kalas'ın yaşam iksiri olan amrita  içerdiğine inanılır; ona bolluğun, bilgeliğin ve ölümsüzlüğün simgesi olarak bakılırmış.

Kalasha, Kalaş veya Kalas  Hint ikonografisinde yaratıcı tanrı Brahma'nın,  öğretmen ve yok edici tanrı olarak görülen  Şiva'nın ve aynı zamanda karısı Lakşimi'nin "sıfatı" olarak değerlendirilirmiş.

Purna-Kalas adı verilen vazoya, evlilik ve doğumla ilgili Hint şenliklerinde onun "Ana Tanrıça" veya "Devi" olduğu düşüncesiyle tapınılırmış. Bu bağlamda, "metal" malzemeden yapılan Kap veya Kalas, "maddi şeyleri" temsil edermiş.

Kalas, en genel anlamda "bereket" kâsesi demek.
Hayatı besleyen toprak.
Veya rahim.

Aşk tanrısı Kama ile ilişkilendirilen "mango yaprakları" doğurganlığın zevk yönünü sembolize ediyor, nakit mahsulü olan hindistan cevizi  ise refah ve güç anlamına geliyormuş. Kabın içindeki su, doğanın hayat verme gücü imiş (Wikipedia, 2020).

Önemli toplumsal etkinliklerin tümünde, ibadet anlayışıyla kapı girişine kalas   yerleştirilir, "Hoş geldiniz" anlamında  kapının yanında yer alırmış. Dolmabahçe Sarayı'nın girişinde yer alan Kalas Saksılarını  hatırlıyoruz. Meğer Hoş Geldiniz  manasına imiş.

Kailas  ve kalas  sözcüklerinin her ikisi de ecclesia  ile ilişkili gözüküyor. Farklı olan, sözcüğün başındaki E   harfi. Grekler ve Orta doğu halkları sessiz harfle başlayan kelimelerin başına sesli harf getirmeyi adet edinmişlerdir. Bizim spirit   kelimesine ispirto  dememize benzer bir durumdur bu. Yüzlerce örneği vardır. Grekler kailas veya kalas  kelimesini kendi dillerine önce "şehir meclisi" olarak çevirmişler, daha sonra "kilise" yapmışlar. Aggressive christianity  adlı sitede bu duruma itiraz ediliyor ama bence mütercimler kelimenin kökünü düşünerek doğru çeviri yapmışlar. Ecclesia  kelimesinde dini amaçla bir araya gelme, ibadet etme, haç veya tapınma var.

Hristiyanlığın ruhuna uymaması ayrı bir konu. Uymayabilir. Fakat kelime, "kilise" anlamında doğru çevrilmiştir kanaatindeyim.

Aggressive christianity  adlı sitede adını vermeyen yazar kilise için doğru sözün kirche  veya  kirk  olduğunu söylüyor. Bu sözün Kurios 'tan Tanrı anlamına geldiğini ve Kuriakos  sözcüğünün ise "Tanrıya ait olan" manasında kilise sözcüğüyle daha iyi örtüştüğünü belirtiyor. Bu görüşlere katılıyorum. Kırk  veya Kirk  "Hristiyanların Tanrı'sına ait olan"  veya "Hristiyanlığa inanan" anlamında kullanılmış olmalı. Bu söz hem mabetler için kullanılmış, hem de Kırçe-Ali örneğinde olduğu gibi insanlar için.

Kirk-Ecclesia  sözü zaman içinde Kirk-Klessia'ya dönüşmüşse bunu ikilemeli sözcük olarak değerlendirmek durumundayız. Kirk  "tanrıya ait olan" anlamında. Ve Ecclesia  sözcüğü de  "Tanrı için toplanan insanlar" demek... Veya Tanrıya bağlı olan insanlar. "Kilise-Kilise" gibi bir anlam çıkıyor ortaya. "Kirko'ların meclis yaptıkları Ev". "Tanrıya bağlı olan insanların toplandıkları Yer".

Kirik  sözü mabedin eski, klessia  ise yeni adlandırma biçimi.

Kelimeler, "bir durdukları yerde" sürekli aynı formda kalmıyor. Başlangıçta ikilemeli gibi gözüken sözcük zaman içinde  "Kirko'ların veya Kırçe'lerin toplanma yeri" anlamına bürünmüş olabilir.

İşin enteresan tarafı şu ki, Grekler terminoloji yoksunluğu içinde Hint kelimelerinden yararlanıp  kalas  sözcüğüne sarılıyorlar.

Ka-Las. Kub-Las. Gub-Las. Ku-Las.
Las Ana'nın Ku'su.

Elbette ki,  kimse böyle bir şey söylemiyor.
Hiçbir yerde böyle bir adlandırma yok. Fakat sözcüğü X-Ray cihazına yatırdığımız zaman görünen manzara, elde ettiğimiz sonuç bu. 

Kırklareli'nin Kırkkilise'den önceki adı Saranta Ekklesiai Kou.
Saranta Ekklesiai Köyü  anlamında.
Osmanlılar tarafından feth edildiğinde bu adla biliniyormuş.

Saranta  "40" anlamında mı?
Saranta Ekklesiai   "Kırk Azizler" mi demek?
Saranta Ekklesiai   "Kırk Kilise" manasına mı geliyor?
Saranta Ekklesiai   "Yurttaşlar topluluğu" mu?
Saranta Ekklesiai  Hristiyan ve Yahudilerin "Sığındıkları, birlikte bağlandıkları yer" anlamında mı?

1603 yılında Polonyalı bir yazar yöreden "Kayalık bir yer. Grekler burayı  Dessera Kondi Eklesiai  şeklinde adlandırıyorlar" diye yazmış.

Saranta Ekklesiai   Hristiyanlığın ilk zamanlarında dahi Kutsal Kasaba  olarak biliniyormuş. Demek ki, mazisi var.

"Saranta" sözcüğünün köklerini Grek kültüründe değil Hint topraklarında araştırmalıyız.

"Sarana", koruyan, yardım eden, sığınılan, barınmak için başvurulan  anlamlarına geliyor.

Saranta Ekklesiai "sığınılan", "yardım dileğinde bulunulan melce" anlamında.

Saran; "Las Ana" demek. Sarıp sarmalayan ve kollayan.
 
Sığınılan melce.
Ağaç gövdesinin en ortasında yer alan ilk damar.
Sondaki "-ta" eki Sarana'nın "kadın" olduğuna işaret.
Koruyan, yardım eden ve bizi gözeten "Tanrıça."

Grekçede Saranta sözü, rakam olarak kırk  (40) manasına geliyormuş. Ortodoks Hristiyanları, ölüleri için kırkıncı günde özel bir anma töreni yaparlarmış. Kelime Yunanlıların tessarákonta  sözcüğünden üretilmiş. İsa'nın, cennete veya Tanrı katına yükselmesi kendisine tanınan  40 günlük süre içinde gerçekleşmiş.  Hristiyanlık dininde "40 Azizler" meşhur bir tanımlama imiş. Bu azizlerin adına kiliseler inşa edilmiş  veya sonradan bazılarına "40 Azizler" adı verilmiş.

Hepsi doğru olabilir, ne zaman ki Kırklareli  sözüyle ilişkilendirilmeye çalışılıyor işte o zaman işler tuhaf hale geliyor. Saranta  sözünün kökünü Yunancada değil Hintçe  ve bağlantılı dillerde araştırmak zorundayız. Nedeni Greklerin inanç ve kültür kaynaklarının Mısır, Mezopotamya ve Hint topraklarına dayanıyor olması.

"Kırk Kilise" ve "Kırk Azizler" söylemi, Kırklareli  için gerçekliği olmayan bir yakıştırma.

Bizim "Kırk Şehitler "söylemimiz de o mealde... Şâirimiz aşka gelip beyit düşmüş:

"Kırk kimse ki şehit oldu bu yerde, Bu nam ile anıldı bu belde".

Böyle söylemekle şehrin adını Türkleştirmiş veya İslamlaştırmış olmuyoruz. Sadece yakıştırma yapıyoruz. Belki 50, belki 100 şehit verdik. Fakat sembolik olarak, 40 rakamı kutsallık kazanmışsa o yoldan gidilir, şair sözlerini öyle dizer. En azından Ekki-Lasi'ye göre "Kırk Şehitler İli" adlandırması bizim için daha anlamlıdır...  Özgün gerçeklik çok zaman öncesinde buharlaşıp uçtuğuna göre yaşanan fiili gerçekliktir önemli olan. İnsanlar yaşadıkları şehirlerin geçmişte ne olduğu konusuyla ilgilenmekten çok, onu nasıl görüp değerlendirdiklerine bakarlar.

Saranta Ekklesiai  ifadesini "Kalassai'nin Bağlıları" şeklinde okuyorum.
Bu bağlılar, adları tarihe gömülmüş "Kalassai Cemaati".
Sarıp gözeten niteliğiyle Kutsal Kâse'ye bağlılık gösteren kişiler...
Kutsal Vazo'nun içerdiği anlama sadık olanlar.. 
Kutsal ana, Lakşimi ve kocası tanrı Vişnu'ya tapanlar.

Ama, Saranta  Grekçede sayı olarak 40 anlamına geliyor...  Olabilir...

Hangi nedenle saranta  sözcüğüne 40 anlamını yüklediler bilmiyoruz ama  Saranta Ekklesiai   kendisine bağlanılan "kutsal vazo", "kutsal tanrıça" veya evrenin direği "kutsal dağ"  demek. Pagan zamanların inanç dili Hristiyanlık gelince değişime uğramış.  Ekklesiai   sözü Kilise'ye ve Saranta   sözü ise "kirk'e"  dönüştürülmüş.

Saranta  "sarılınan" veya "bağlanılan" anlamında. Aynı zamanda,  "bağlanan kişilere" işaret ediyor. 

Bağlanılan tanrılar.
Bağlanılan kiliseler.
Bağlanan insanlar...

Saranta  tanrı ve tanrıça heykellerinin sergilendiği, "salon", "sahne", "podyum" veya "sundurma" demek. Hristiyanlık gelince Saranta  sahnesi ucube tanrıça heykellerden temizlenerek oraya İsa ikonları yerleştirilmiş. Eski tanrıçalar öldü...  Yaşasın Tanrı, Oğul ve Ruhül Kudüs üçlüsü   denerek yeni bir aşamaya geçilmiş.

Köken itibariyle  Saranta   Şiva'nın, Vişnu'nun, Brahma'nın bağlıları anlamına geliyor. Tanrıçaları temsil eden "Kalâs Vazosu'na"  veya  Tanrıyı temsil eden "Kailas Dağı'na" yönelip ibadet eden kişiler.

Saranta Ekklesiai  adlandırmasının 40 rakamıyla alakası yok. Yunanlıların yakıştırmasından başka bir şey değil. "Kırk Azizler Kilisesi" adını verdikleri mabetlerin tümü mercek altına alınsa eminim Hintlilerin "sundurma" veya "salon" adını verdikleri "podyuma" yerleştirilen çok sayıda tanrı, tanrıça veya aziz, azize figürüyle karşılaşırız. Hint azizlerinin, tanrı ve tanrıçalarının adlarını bir kenara atıp oraya, kendi azizlerinin, kendi ermişlerinin adlarını yazmış olmalılar... 

İlk Grekler, saranta  podyumu yerine kirk (Tanrı'ya ait) kelimesini ikame ettiklerinde acaba biz, "Kirk Klessai" sözünü "Kırk Kilise" diye mi anladık.

Kirk, zaman içinde "kırk" mı oldu? Yoksa Yunanlılar, 40 tanımlamasını da mı bizden aldılar. Buraları karanlık. Daha fazla veriye, bulguya ihtiyaç var.

Bakıyorum da, Bulgarların adlandırması daha doğrudan, daha direkt. Eğip bükmeden Kırklareli'ne  Lozengrad   adını vermişler. "Laz-Ana'nın Şehri" anlamına geliyor. Ne "Laz Vazo'su", ne de "Kailas Dağı" konusuyla ilgilenmişler. Yaşadıkları topraklarda çok tanrılı  politeizm inancı tedavülden kalkınca "Laz-Ana figürü" anlamını yitirmiş olduğundan  Lozengrad' 'a   "bağ-üzüm şehri" demeye başlamışlar.

Tebessümle karşılıyoruz... "Lozen"  bağ çubuğu  ve üzüm  anlamına mı geliyormuş?

Laz sözcüğü imgesel, hayalî veya mutasavver  "tanrıça" anlamında. Evreni yarattığına inanılan dişi varlık. Kirk Klessai, Kırk Kilise, Lozengrad ve Kırklareli adları tarihten miras aldığımız sözcükler. Hepsinde işaret edilen ortak örtük anlam; doğum, tan-tanrıça ikilisi ve ölüm.


Hüner Şencan


Notlar

1. Türkçede kullandığımız "kerkenez" kelimesi.





.