Abdülgafur Hoca'nın Kardeşi Abdülaziz
Büyük dedem Müderris (Profesör) Mehmetali Efendi'nin dört çocuğu var: (1) Sare (Kara Fatma lakaplı eşinden); (2) Abdülgafur (Nefise'den). (3) Hatice (Emine'den) (4) Abdülaziz (Emine'den). Dördüncü ve son evliliğini yaşlı Selime Hanım ile yapmış ama ondan çocuğu olmamış.
Abdülaziz, Abdülgafur'un başka anneden olan kardeşi. Baba bir, anneleri farklı.
Abdülaziz 1935 yılında Bulgaristan'dan Türkiye'ye kaçak olarak gelip Bursa'ya yerleşmiş. Alçak boylu biri imiş. Annem, "Alçacıktı, annem Münevver ona benziyor derdi" diye anlatıyor. Başında ak-sarıkla dolaşan derviş ruhlu biriymiş. Ölümüne az bir zaman kalınca, yaşlı bir kadınla evlenmiş.
------
Mehmetali'nin vefat etmesinin ardından çocukları malları aralarında bölüşmüşler. Abdülaziz'in payına da bir halı düşmüş. Almamış.
-----
Büyük dedem öldükten sonra eşi Selime o evde oturmaya devam etmiş. Başka anneden olan çocuğu Abdülaziz, arada bir imamlık yapığı köylerden babasının evine gelir kütüphanedeki kitapları okumak istermiş. Bir eşeği varmış. Selime ninenin ona yaptığı patates yemeğini 'analığı' olduğu için yemez, eşeğine verirmiş. Ona 'yesene eşek' dermiş. Selime ninem onun bu garip davranışlarına bir anlam veremezmiş.
------
Türkiye'ye gelince Bursa'da dağın tepesine çıkmış; kocaman, yalabık bir kayanın etrafını düzleştirerek oraya yerleşmiş. Yüksek kayanın karşı tarafına taşları üst üste yığarak bir duvar yapmış, alt ve üst tarafına ip çekerek perde asmış oda haline getirmiş. Yere bir yatak sermiş, 'burası benim evim' demiş. Yıllarca orada yaşamış. Maaşı, görevi yokmuş. Köy camilerinde meccanen imamlık yapar köylünün topladığı para ve gıdalarla geçimini sağlarmış.
------
Ömrünün son zamanlarında hastalanmış. Evlere temizlik yapmaya giden kara fereceli 70 yaşında bir nine ona acımış, 'ben sana bakacağım' demiş. Nine, dağın tepesindeki eve yerleşmiş, ortalığı sil baştan yeniden düzenlemiş. Bez perdeleri kaldırarak o bölümlere duvar örmüş, çamurla suvamış. Bahçeye taşlardan su toplanması için küçük bir kuyucuk yapmış. Derme-çatma kulübenin etrafında her tarafı taşlık geniş bir alan varmış. Ölünceye kadar Abdülaziz'e o nine bakmış. Bir taraftan da evlere temizlik işleri yapmaya gidiyormuş.
------
Abdülaziz ölünce Abdülgafur dedem cenazesine, onu defnetmeye gitmiş. Nene demiş ki, 'bu yeri ne yapacaksınız, satacak mısınız, kendiniz mi kullanacaksınız.' Dedem, 'biz, bir şey istemiyoruz, sen ne istiyorsan yap' diye cevap vermiş.
Yaşlı nine orayı satmış, sonra Çekirge semtinden kendilerine bir sebze bahçesi satın almışlar.
-------
Annem Firdevs Şencan anlatıyor: "Şimdiki Somuncu Baba mezarının bir km daha yukarısındaydı. Tek tük evler vardı. Babanla birlikte gittik. Bahçede kayalara oyulmuş küçük bir kuyucuktan su içiyorlar, onu kullanıyorlardı. Şimdi oraları bütünüyle apartman olmuş."
"Nine'nin başka adamdan Halime adlı bir kızı vardı. Bursa'ya kaplıcalara gidince üç beş gün onların evinde kalırdık. Kızı çok iyi biri idi. Akrabamız değildi ama bizi akrabaları gibi sahiplenirdi. Eski insanlardı. Halime'nin Mehmet adında bir oğlu vardı, bir de kızı Fevziye.."
"Abdülaziz amcam ölünce, baban dedenle birlikte cenazesine gittiler."
"Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelince Abdülaziz amıcam Burgaz'a bizi ziyarete geldi. Babam 'Abdülaziz bu halı senin, giderken al götür' dedi. Ne halıyı aldı, ne de başka bir şey. İki üç gün kaldıktan sonra Bursa'ya geri döndü. Babam o halıyı Gündoğu Camisi'ne hediye etti. Bilirsin, kırmızı bir halıydı. Hatta dedenizde okurken o halının üstünde diz çökerdiniz. Metin'in bacakları diz çökmekten ağrıyınca, kıpraşmaya başlamış. Ona çıkışarak, biz hasır üzerinde okuduk, sen halı üzerinde oturuyorsun, demiş."
Annemin amıcası Abdülaziz ilginç biri imiş. Bir gün takkesi yere düşmüş kirlenmiş. Nine'ye onu on defa yıkatıp tek damla suyu kalmayıncaya kadar sıktırıyormuş. Su yok, sıkıntı.
Abdülaziz, Somuncu babayı çok severmiş, sürekli onu anlatırmış. Fırında ekmeği şöyle yoğuruyordu, şöyle pişiriyordu diye heyecanla... Babama Bursa'nın bütün camilerini gezdirmiş, her birisi hakkında bir şeyler anlatıyor, bilgiler veriyormuş.
Annem anlatıyor:
"Kulübenin dış tarafında abdest alma yeri vardı. Oradan yatağına kadar erişen uzun bir tahta koymuş. Ayakları yere değmesin diye o dar tahtanın üzerinden yürüyerek içeri gider, namaz kılardı."
"Dağın tepesine bir çıktık, şu sobanın kapağı kadar bir bahçe kapısı var. İki kazık çakmış, arasına tahta parçalarından küçücük bir kapı yapmış. Masanın boyundan daha alçak. Kapının üstünden atladık içeri girdik. O komik kapıya bir de, yeni bir kilit koymuş."
"Baban karanlıkta, 'Selamün aleyküm amıcaaa' diye bağırmaya başladı. Amıcam sesi duyunca nineye bağırıyor, 'kibrit getir, kadııın'.. Aşağıda Bursa şakır şakır, biz dağın tepesinde birbirimizi tanıyamıyoruz."
"Kibriti bir çakıyor babanın yüzüne bakıyor. Bu Abdül-Mecit diyor. Bi benim yüzüme kibrit çakıyor, bi babanın yüzüne... Sonra tanıdı, 'bu Mehmet' dedi. Geç kılardı, akşam namazını kılmamış. Gitti, kılıp geldi. Elinde kocaman bir tas, "peynir şekeri" ile.. Yiin, yiin (yeyin) diye ısrar ediyor."
-----
"Bahçe kapısından kulübeye doğru giden küçücük bir patika... O patikadan yürüyerek kulübeye ilerledik. Kapının az ötesine bir kuyucuk yapmış, suyu oradaydı. Ne yapıyorlarsa o suyla.. İçme suyu, yemek suyu, çamaşır yıkama suyu...
-------
"Bursa'nın İnkaya denilen yerinde çok büyük bir çınar ağacı vardı. Abdülaziz amıcam o çınarın on metre kadar alt tarafına boru sokmuş kendine göre bir çeşme yapmış. Çeşme değil ya. İşte, biz çeşme diyoruz. Borunun ağzından şar şar su akardı. Öyle az-buz değil, bilek kalınlığında.. Nine bizi oraya götürüp suyu göstermek istedi. 'Amıcanın çeşmesi. İçin.. İçin kızım' diyordu"
------
"Çınarın olduğu yeri turisteler için düzleştirmişlerdi. İçinden su akan boru ağacın biraz alt tarafındaydı. Su, o büyük çınar ağacının altından geliyordu. Kulübesi İnkaya'ya yakın sayılırdı. Bizim karşıki mahalle gibi. Biraz uzak. Her taraf, dağlık, taşlık.. Çok zor yürümüştük. Epey gittik.. Şimdi taksilerle gidiliyormuş."
--------
"Amıcam Bursa'nın her tarafını bilirdi. Nine yaşlıydı ama o da bilgiliydi. Çok anlatırdı. Abdülaziz amıcamı dervişlik yapıyor diye kapamışlar, hapiste yatmış, çıkmış. Nine, öyle anlatırdı. Çok şeyler söyledi ama şimdi aklımda yok. Abdülaziz amıcam dedemin en küçük çocuğu. Herhalde babasından gördüğü gibi yürümek, babası gibi yaşamak istemiş.. Eziyetler çekmiş. Hayatının son zamanlarında nine sayesinde ancak biraz rahat etmiş.
--------
Nine, her zaman elinde değnekle gezen kara fereceli, kara başörtülü bir kişi idi. Yaşı, 70'i geçmiş olabilir. Tam bilmiyorum. Allah ömür verdi, yüz yaşından fazla yaşadı."
--------
"Kamile ninen bize tarif etmişti. Bursa'ya vardığınızda otobüsten inince biraz ileride kocamaaan bir Atatürk resmi göreceksiniz. O resmin yanına varın, şöyle etrafınıza bir bakının. Bir patika göreceksiniz, dedi. O patikayı tutun. Hiçbir yere sapmadan doğruca dağa çıkın. Ennn sonnda bir kulübe göreceksiniz. İşte orası, dedi. Dediği gibi yaptık, patikayı bulduk. Yavaş yavaş yürüyerek dağın tepesine çıktık. Hakikaten o küçük patika, tam da onun evine gidiyormuş."
Çok yürümüş, yorulmuşlar. Annem, "Ooho hoo" diye ünlendi.
"Yol düz değil, tırmanarak, dolanarak çıkıyorsun. Dusduğru değil, bi kaysan yola inersin. O kadar dik..... Bursa'ya gittik, ama ne zamandı, hangi tarihte bilmiyorum."
Hüner Şencan
.