Renkli Simalar

Hâfız Aga. Lakabı öyle, yoksa hafız değildi. Alpullu'nun meczup insanı. Yaz kış Belediyenin eski arabalarının içinde yatap kalkan kişi. Kimi, kimsesi yok. Pejmürde bir halde sokaklarda gezen kişi. Üzerine mübalağasız 11 kat elbise giyen ve bu şekilde gezen... Ağzına plesenk ettiği bir cümle var. Sürekli onu söylüyor: "Nerede çokluk... Ağzın bal yesin... Ağzın bal yesin..." Bu sözün derin manasını o biliyor. İnsanlar bazen gülüşüyorlür, bazen de acıyıp yardım ediyorlar, karnını doyuyruyorlar ama o kendi aleminde yaşıyor. Bu dünyadan uzakta başka bir yerlerde. Ona Fırıncı Hüseyin usta bakardı, karnını doyurur, onu gözetirdi. Kokudan yanına yaklaşılmazdı. Ama beyefendi biriydi. Zararsız ve kendi halinde... Kravat takar, kravatlı gezerdi. Kendi kendisine konuşur, söylenir, şiirler okur ve sürekli bir şeyler anlatırdı. Alçak boylu biriydi. Pancarköy'e kadar yürür, sonra geri gelirdi... O yolu niçin yürürdü bilinmez, ama yürürdü. Bu Dünyadan ve Alpullu'dan  işte böyle bir insan da  göçtü. Nur içinde yatsın [Salim Bulut, Abdullah Alacagöz].

Eşref. Lakabı yok, öyle, sadece adı var... Eşref...  Askere gitmeden önce GÜLFİZE diye bir kızı sevmiş. Askerlik görevini nerede bulunduysa, onunla evlenme hayaliyle yapmış. Askerden dönünce bir de bakmış ki Gülfize başka birisine ait... Kabullenememiş, çok dertlenmiş... Ne çok gamlanmış, ne çok ağlamış fakat onu hiç kimse teselli edememiş. Giderek daha da içine kapanmış. İnsanlardan uzaklaşmaya karar vermiş. Bir yol bulmuş.kendisini dağlara atmış... Istıranca dağlarına, Yıldız Dağlarına... Kurtlarla, ayılarla, kuşlarla birlikte yaşamaya başlamış. İnsanlar onu kaybetmişler, ondan hiç bir haber alamamışlar. Aradan, şaka değil, yedi sene geçmiş... Yaz kış ormanda ve dağlarda... Ne yemiş, ne içmiş kimse bilmiyor. Orman adamı olmuş... Saç sakal pejmürde, bir gün Alpullu'ya çıkıp gelivermiş. İnsanlar şaşırmışlar. Neredeydin diye sormuşlar. Hiç cevap vermemiş... Orman adamı olmuş ya içeri, kapalı mekanlara girmezmiş...Her zaman dışarıda yatarmış. Yaz kış, kar yağsa bile... Bir kış günü üzeri boydan boya karlar içinde dışarıda yatarken görmüşler onu. Bazen kahveye gelir çay içermiş. Kahveciye "bana 50 çay ver" dermiş. Bardakları birbiri ardına devirir hızla içermiş. Son zamanlarda saçını sakalını kesmiş... Kesmiş mi, yoksa birisi ona iyilik ederek kesmesini mi sağlamış, bilmiyoruz.  Zararsızmış, kimseye kötülüğü olmamış. Fakat sanırım birileri ona kötülük etmişler. İçkiye alıştırmışlar onu. İçki içmeye ve kendisinden geçmeye başlamış. Temizliğine dikkat eden bir insanmış. Boğazına yarım boy uzunlukta gravat takarmış. Orada burada yatar günlerini öyle geçirirmiş. Asla arabaya binmezmiş. Hep yürürmüş. Bazen aklına gelir mırıldanarak bir şarkı söylermiş: "Gülfizem gitti bir yerlere... Ben onu öbür dünyada bulacağım yine..." diye... Esnaftan hayırsever insanlar "Eşref gel seni Babaeski'ye götürelim hamamda bir güzel yıkayalım, hem de yeni elbiseler alalım" diye teklifte bulunmuşlar. Eşref şiddetle karşı çıkmış. "Ben arabaya binmem" demiş. Onun bir kere bile ne arabaya bindiği ne de içeriye girdiği görülmüş. Hiç içeri girmeden, hiç arabaya binmeden dışarıda ölmüş.  [Mehmet Öz]

Ümit. Onun da lakabı yok... Sadece adıyla anılıyor Ümit..