Camiler

Alpullu'da, şeker fabrikasının kurulduğu 1926 yılından itibaren insanların biraz ürkek, biraz tedirgin olarak namaz ibadetlerini yerine getirebildikleri sadece gayrı resmi secdegâhları olmuş. Secdegah, yani alınlarını secdeye götürdükleri geçici bir yer veya yerler... Otuz uzun yıl işte öyle, kamunun hizmetine sunulan, insanların serbestçe gidebildikleri bir mabet olmaksızın sıkıntıyla geçmiş... Belirsizlikler içinde ve kaygılı bir bekleyişle...

1955 yılında ilk camisi yapılmış ve Şeker Camii denmiş adına. Ben onu  Çarşı Camii olarak isimlendiriyorum. Şeker Camisi demek tuhafıma gidiyor...Ve ikincisi Samafor Camii...

Pavyon Mescidi
Böyle bir yer yok, sözü Kenan ağabeyin anlatısı üzerine ben yakıştırdım. "1955 yılında Alpullu Camii inşa edilmeden önce insanlar nerede namaz kılıyorlardı?" diye sordum kendisine. "Kılmıyorlardı" diye cevapladı. "Sadece Teravih ve Cuma namazı..." "Cuma namazını, Pavyonlarda yere battaniye seriyor orada kılıyorduk. Sanat Enstitüsü mezunu Hafız Burhan vardı. O kıldırırdı. Namazda üç beş kişi olurduk. O kadar... İnsanlar çekinir, namaza katılmak istemezlerdi. Biz o zamanlarlar stajyerdik. Sayımız seksen kişiydi ama azımız namaz kılardı. Vakit namazlarını kılanlar seccadeler, kilimler veya kontraplaklar üzerinde gizlice eda etmeye çalışırlardı  görevlerini. Birgün güreşçi Yaşar Doğu gelmişti pavyonlara. Ben imam oldum, birlikte namaz kıldık." Öyle anlaşılıyor ki zaman içinde insanların mabet ihtiyacı daha güçlü bir şekilde dile getirlemeye başlanınca cami yapılmaya karar verilmişti.

Çarşı Camii , Şeker Camii
Resmi adı Şeker Camii, halk dilindeki adı Çarşı Camii... Çarşı Camii'nin yapımına 1953'te başlanmış, 1955'te açılışı yapılmış. Camiyi Edirne'li ustalar yapmışlar. Ana kalfa Mehmet usta diye biliniyor. Cami 500 bin liraya yapılmış. Camiyle birlikte top sahası da inşaa edilmiş. (Biz, Trakya diliyle  top saası deriz.). Cami yapılırken fabrika çalışanların maaşından 2,5 TL kesilmiş. Bazı kişiler ve esnaftan 100, 150 TL verenler olmuş. Bütün fabrika çalışanlarının maaşlarından  para kesmişler. Önce caminin alınlığına Baha Tekand Camii ifadesi yazdırılmış. Sonra insanlar bunu kabul etmemişler. O günlerde Celal Bayar Alpullu'yu ziyarete gelecekmiş. Cami cemaati bu konuyu Celal Bayar'a aktaracaklarını  ve bu tabelanın kaldırılmasını isteyeceklerini konuşuyorlarmış. Söylentileri duyan fabrika müdürü önalmış, o gece saat 12:00'de caminin önüne iskele kurdurarak  tabelayı kaldırtmış,  onun yerine Şeker Camii tabelasını astırmış. Böylece insanların şikayetine meydan vermemiş. Cami cemaati  bu değişikliğe  memnun olmuş.

O yıllarda köylere yeni camilerin yapıldığını görüyoruz. Sinanlı Camii 1955, Düğüncülü camii 1955, Pancarköy Camii 1956... 1950 seçimleri sonrasında halkın camilerini yeniden ayağa kaldırdıkları anlaşılıyor. Ve Alpullu da bu kervana katılıyor. 1950'den sonra yeni yapılan camileri araştırmak gerekiyor. Serbesti ve hürriyet insanların mabetlerini ayağa kaldırmalarına ve ibadet etmek için camilere  koşmalarına neden oluyor. 19 Mayıs 1957'de Adnan Menderes'in Kayseri'de yaptığı bir konuşmadan da anlıyoruz.  İktidarda oldukları 7 yıl içinde 15 bin yeni cami yapıldığını ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını belirtiyor. Demek ki büyük bir baskı ve engellenme olmuş.

Mimarisi
Kare formda kesme taştan inşa edilmiş. Son cemaat yeri üç küçük kubbeli ve üç bölümlü  olup revaklar arasında yuvarlak kemerler kullanılmış. Üst bölümünde sekizgen kasnak üzerine kubbe oturtulmuş. Kitabe yerine son cemaat yerine Besmele yazılmış ve hemen altında "Şeker Camii-1955" yazısı var. Dışarıdan incelendiğinde dört bir tarafında bulunan burçların hemen arkasında basamaklı pandantiflerle yükselen bir düzenlemeye sahip. Minare, camiye bitişik, kare formda ve tek şerefeli. Petek bölümünde bilezik silmesi var. Minareye giriş dışarıdan,

kubbe kasnağında ve cephelerde çok sayıda ışık pencerelerine yer verilmiştir. Pencereler cephede bulunan yuvarlak kemerler içinde yer almaktadır. Ortada yuvarlak kemerli pencere iki yanda dairevi pencere ve hemen altta 5 adet yuvarlak kemerli pencere yer almaktadır. Caminin iki yanında ve mihrabın iki yanında dikdörtgen formda uzun ve dar silmeli pencerelere yer verilmiş ve pencerelerin üst kısımları yuvarlak kemerli ve kör olarak kullanılmıştır. Pencerelerin orijinal doğraması meşe iken son yapılan değişiklikle alüminyuma dönüştürülmüş

Beşiktaş Ortaköy Camii'nin minare kaidesine bir yazı yazmışlar: "Bu caminin tipik bir örneği Alpullu Şeker Camii'ne yapılmıştır" diye... Fabrika çalışanlarından biri bahsetti. Ortaköy Camii'nin resmini çay tablolarına basmışlar ve Alpullu yazısı o çay tablolarında dahi gözüküyormuş, bir zamanlar.

İç Donanım
Kadınlar mahfili, girişin hemen üstünde yer alıp ahşaptan korkuluklara sahiptir. Son yapılan değişiklikle korkuluklar yenilenmiştir. Caminin iç beden duvarlarında İznik çinilerine ver verilmiştir. Son cemaat yerine giriş yerinin üst bölümde caminin inşa tarihi ve "Bismillahirahmanirrahim" yer aldığı bir kitabe yer almaktadır. Kalem işi ve çinilerde kullanılan hakim renk mavi ve mercan kırmızısıdır. Caminin giriş kapısı orjinaldir. Halı ve kilimler yenidir. Caminin üst örtü biçiminde kullanılan kurşunları değiştirilmiştir. Cami bahçesinde bulunun şadırvan camiyle tam bir tezat içindedir. Cami Şeker Fabrikası Kompleksinin merkezi ısıtma sistemi ile ısıtılmaktadır, içeride kullanılan ısıtma birimleri orjinaldir.


Sakalı Şerif

Çocukluk yıllarında ramazan ayında teravihe gider üst kattaki mahvilde namazımızı eda ederdik. Kadir gecesinde Sakal-ı Şerif töreni yapılırdı. Allahü Ekber, Allahü Ekber sesleriyle  cami inlerdi. Yüksek bir sehpa üzerine yerleştirilen küçük bir sanduka içinde 40 beze sarılmış olan cam muhafaza ortaya çıkarılırdı. Sonra insanlar sıraya girerler ve salavatlar getirerek önünden geçerler, Sakal-ı Şerif-i görmeye çalışırlardı. Bu tören bir saatten fazla sürürdü. Cam muhafazanın içine, V harfi şeklinde yerleştirilmiş iki kıl vardı. Olayı daha dünmüş gibi canlı olarak hatırlıyorum.

Konu açıldı, Sakal-ı Şerif'ten söz ettik. Derken Kenan Gündüz Ağabey "artık yok" dedi. Niçin diye sordum. "Kayboldu" dedi. "15 yıl oldu ki, artık Sakal-ı Şerifimiz yok"... Olayı anlatmasını rica ettim: " O Sakalı-ı Şerifi bize bir kadın hediye etmiş. O kadının kim olduğunu bilmiyoruz. Küçük bir cam fanus içinde iki kıl vardı. Cep saati büyüklüğündeydi. Arka tarafı gümüştü ön, taraında iki sakal kılı vardı. Sakalı Şerif'in korunduğu kasa anahtarı eskiden fabrika müdürlüğünün kasasında saklanırdı. Zamanı geldiğinde imam fabrika müdürlüğüne gider anahtarı alır ve camiye getirip kasayı açardı. Sonra tören bitince yine fabrikanın kasasına konurdu. İki binli yıllardan sonra sistemi değiştirdiler. Anahtarı fabrika müdürlüğünün kasasına götürmekten vaz geçtiler. Anahtar, Diyanete geçti, Diyanet korudu... Hani, sözün gelişi Diyanet diyorum. Müftülük mü, yoksa İmamlar mı koruyordu bilmiyorum. Yılını hatırlamıyorum... 2002, 2003 yıllarında kayboldu. Kadir gecesinde tören yapıyoruz, Allahü Ekber,  Allahü Ekber kutuyu açıyoruz... Aaa içi boş... Herkes şaşkınlık içinde... Hiç bir şey olmadı... Tahkikat bile açılmadı..."

İlginç ve o ölçüde de garip... Cemaatten bir kaç yaşlı kişiye bu olayı sordum. Konuşmak istemediler. "Biz olayı Allah'a havale ettik, O Aliyyül Hakîm'dir" dediler. Hımm... "En iyi Bilen, en iyi Hâkim..."

Şadırvan
Abdest alma yerleri önceleri caminin önünde ve giriş merdivenlerinin iki tarafında idi. Sonra kışın soğuk oluyor diye arka cemaat yerine taşındı. Cami küçülünce bu kez  caminin dışına kapalı şadırvan yapılmasına karar verildi."Temmuz-Ağustoos 1992'de bahçedeki şadırvan yapıldı. Şadırvanın çubuk demirlerini Fırıncı Hüseyin Cumali bey temin etti. Çimento ve diğer malzemeleri Belediye ve Fabrika tarafından sağlandı  Sullar bir nedenle kesildiği zaman insanlar abdest alamamazlık etmesinler diye yanına bir de küçük bir su deposu yapıldı  Şadırvanın mimari planı, tasarımı yoktu. Bir usta geldi yaptı [K. Özçetin].

Isınması
Bizim zamanımızda cami fabrikadan gelen sıcak su buharıyla ısıtılıyordu ve müezzin mahfilinin hemen önünde büyükçe bir ısıtma dolabı veya buhar devri daim mekanizması vardı. Sonra bu dolap oradan kaldırıldı.  Kenan Ağabey'den öğrendiğime göre ısıtma dolabı su akıtmaya başlamış. Bunun üzerine iptal edilmiş. Bu ısıtma dolabının türbinini gavurlar yapmış. Bizim imalatımız değilmiş. Alt tarafından vasistas adı verilen kepenekli gözleri vardı. Klima cihazlarının kapakları gibi yukarıya veya aşağıya doğru döndürülürdü ve böylece ısı istenilen yöne doğru yönlendiriliyordu.  Kenan Ağabel vasistaslarını hep aşağıya doğru çevirirmiş ki halılar ısınsın ve ısı aşağıdan yukarıya doğru gitsin diye. Dolaba fabrikadan buhar geliyor ve içinde  kuru sıcak havaya dönüşüyormuş. Böylesine ilginç bir cihaz. Gavur icâdı diyelim...  Diyelim ama, gençlerimizi de Türk icâdı yapmaları için teşvikten geri kalmayalım. Cami kaloriferinin aynısı fabrika içinde türibin dairesinde de varmış. Buzdolabı sistemiyle çalışıyormuş.

Caminin vaaz kürsüsü ağaç mahvillerin yapıldığı yıl değiştirilmiş. Yenisi de güzel ama... Doğrusu ben eskisinin kalmasını isterdim. Çünkü eski halinde "konsept bütünlüğü" vardı. Yani Mihrabın tasarımı ile kürsünün tasarımı aynı modeldi ve bir bütünlük oluşturuyordu. Yani bir tür
takım elbise gibi... Şimdi üstte kahverengi ceket, altta siyah pantolon olmuş. "Bunlar önemli değil, önemli olan huşu ile ibadeti yapmaktır" diye insanın aklına geliyor ama... Bir de mimari var, estetik var, Allah'ın cemal sıfatı var, eğitim görmüş münevver müslüman olmak var... Hatırlıyorum. Eskiden cemaat büyükleri caminin ön ve yan duvarlarına hiç bir şey astırmazlardı. Caminin o ilk yapılış tasarımına toz dahi kondurmak istemezlerdi. Yıllar içinde camiye çok karışan oldu. Kimi bilgili, kimi bilgisiz, kimi görgüsüz, kimi kaba... Kimisi hacdan bir pano getirdi onu asmak istedi, kimi saat... Saatin üzerinde, Kuran'dan bir ifade olan Lâ Tahzen yazsa ne olur, yazmasa... Ve sonra La tahzen ifadesi ne zamandan beri "bayraklaştırılmaya" başlandı. Ne hat sanatımızda, ne de cami süslememizde bu ifade yok... Kuran'ın bu ifadesine özel bir anlam mı yükleniyor?

Yan taraftaki ağaç mahivillerin ne zaman yapıldığını merak ediyordum. Fabrika Müdürü İsmet Girgeç zamanında 2008-2010 yılları arasında yapılmış. Fabrika buraya ağaç mahvil yaptırmaya karar verince Hayrobolu'dan bir hayır sever bu işin maliyetini üstlenmiş. Kim olduğu bilinmiyor, adını saklamış. İnsanlar Allah razı olsun diyorlar. Gerçekten de "hayrı-bol'lu" imiş... Hayrı-bollu'larımız bol olsun...

Mihrap yeniden boyandı. Yeşil, pembe ve kurşini damarları olan "mermer" görüntüsü verilmeye çalışıldı. Başarısız bir uygulama. Böyle bir mihrap örneği Dünya'da yok, sadece bizde... O yüzden çok özgün...Çok, ama çook... Mihraplar, tek damar taştan yapılır. Renkli olmaz. Renkli yaparsak, alacalı bulacalı olur. Mihrapta görülebilecek  tek renk farklılığı iki yanda bulunan  yuvarlak yeşil renkli sütüncelerdir. Yani küçük sütünlar. Bu sütünceler Nuh peygamberin sünnetidir. Ondan Yahudilere geçmiş ve daha sonra bu uygulamayı biz Müslümanlar da benimsemişiz. Çok anlamlı değil, ama bir geleneği sürdürme adına yapılıyor. Selâtin camilerinin neredeyse hepsinde var ve gelenek sürdürülmeye devam ediliyor. Oradaki yeşil taş
antik verde dediğimiz bir mermer türü. Fakat bizim sütüncelerimiz, mermer değil, ahşap... Yeşil mermer havası verilmiş ahşap...  Mihrap ta öyle. Caminin eski gri-beyaz  renkli mermer boyasını özlüyorum. Başarılı bir mermer boyacısı çıksa da, mihrabımıza el atsa ve onu gerçekten mermer havası verecek şekilde boyasa. "Bak kardeşim, bunlar önemli değildir, sen ihlasla namazını kılmaya bak..." diyecek kişilerin seslerini duyar gibiyim. Süleymaniye Camii'ni ham softaya teslim et, üç ay sonra çıfıt çarşısına döndüğünü görürsün. Ve sonra çıfıt çarşısının içinde hepimiz ihlasla ibadet etmeye başlarız.

Alpullu Şeker Camii bisikletleriyle ünlüdür. Caminin meskün mahallere biraz uzak kalması nedeniyle kimi kişiler bisikletleriyle gelirler. Babamın da bisikleti vardı ve o da bazen camiye bisikletiyle giderdi. Eskiden kilit yoktu. Şimdilerde kilit koyuyorar. Caminin yan tarafında özellikle cüma günleri bir kaç bisikleti dayalı olarak görmeniz her zaman mümkündür. Şunu da belirtelim. Alpullu'da yaşayan eskiler bisiklet demezler, "pisiklet" derler. Babamın bisikleti değil
pisikleti vardı.

Abdestlikleri
Caminin ünunde abdest alınan yerde kurnaların hemen altında konik uzun taşlar vardı. Ayağınızı oraya koyar öyle yıkardınız. Ustanın orijinal bir tasarımıydı. Camiye kimlik katan bir tasarım. Kapattık ve yok ettik. Dışarıdaki şadırvan kapalı ve güzel ama, hiç bir mimari özelliği yok. Camiye "kimlik özelliği" katmıyor. Fakat bizim eski abdestliklerimiz öyle değildi. Onlar özgündü... Sadece Alpullu'da vardı, başka hiç bir yerde göremezdiniz... Şimdiki şadırvan kaç tarihinde yapılmış bilmiyorum. Fakat onu kaba, estetikten yoksun, mimari özelliği olmayan, içi dar, düzensiz bir yapı olarak görüyorum. Gençlerimizi bu tür yapılarla camiye çekemeyiz. Bu şadırvanı bir "mimar" ele almalı, yıkılacaksa yıkılmalı. Estetik, özgün ve Alpullu'nun ruhuna uygun bir şadırvan yapılmalı... Biz eğitimsiz, kültürsüz ve Allah'ın Cemâl sıfatını bilmeyen, özensiz insanlar değiliz ki...

Yolları ve Bahçesi
Caminin bahçesindeki yollar önceden beyaz renkli küçük mozaik taşları ile döşeliydi. Ceviz büyüklüğünde veya biraz daha büyük. Bunlar merdaneyle çiğnenerek sertleştirilmişti. Pütürlü bir yürüyüşü vardı. Sonra onların üzerine beton dökülerek düzleştirildi ve bir süre sonra da betonun üzerine ince bir asfalt tabakası döşendi. İnsanlar yaşlandıkça "hatıraların nostaljisine" sarılırlar. Bu kitabı zaten bu yüzden yazıyorum. Fakat biraz daha genç olanlar, yaşadığı dünyayı yeniden şekillendirmek isterler. Bunlardan biri de Salim Bulut hocaydı. Daha sonra eniştemin kıza Zeliha Alacagöz ile evlenecek ve halamdan dolayı benim de eniştem olacaktı. Buraya beton dökülmesi için öncülük eden kişi oydu. Veya yaşlıların nostaljisini bozan, gençlerin ise Allah razı olsun iyi ki yaptırmış demelerine vesile olan. Eski yol yağmurda insanların ayaklarına ince de olsa beyaz çamur  bulaşmasına neden oluyordu. Bu konuda Salim Eniştemi konuşturdum.

Tuvaleti
Eskiden bugünkü tuvalet bulunan yerde Türkiye Elektirik Kurumunun trafosu vardı ve atıl vaziyette duruyordu. Trafo iptal edilerek tuvalet haline getirildi. 2014 yılırda başlandı2015 Haziranında tamamlandı [K. Özçetin].

Gasilhane

Caminin Gözden Geçirilmesi
25 Kasım 2014
“Alpullu Şeker Fabrikası Hayır Müesseseleri Kurma Eğitim ve Kültür Derneği” ve hayırsever iş adamları tarafından Şeker Camiinin içi ve dışı baştan sona yenilendi. Edirneli Mimar Mehmet Ağa tarafından 1955 yılında inşa edilen Alpullu Şeker Camiinin yıpranan yer halıları değiştirilerek, yerine toplam 150 metre kare ortasında pancar motif işlemeli yeni halı döşendi. Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından 2005 yılında alınan karar gereğince sit alanı olarak doğada korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı (Anıt Eser) olarak tescil edildiğini belirten Alpullu Şeker Camii İmam Hatibi İhsan Aydemir, yaptığı açıklamada; “Cami içinde yıpranan yer halıları değiştirilerek, yerine toplam 150 metre kare ortasında pancar motif işlemeli yeni halı döşendi. Ayrıca; duvarlar Kütahya çini desenleri ile süslendi, avizelerin lambaları değişti, giriş kısmına ayakkabılık yapıldı, kubbe kurşunları yenilendi ve musalla taşının yeri değiştirildi ve üzeri ise güneş ve yağmurdan korumak amaçlı mafsal açılır kapanır tente yapıldı” dedi. Aydemir; “Caminin Minare ile birleşen köşesinden yağmur sularının sızması ile silinen cami içindeki boyalı desenlerin ve motiflerin teknik ressam Kadri Özçetin, tarafından hiçbir ücret talep edilmeden yapıldığını da kaydetti. Alpullu Şeker Camii İmam Hatibi İhsan Aydemir, “Yapılan çalışmalar ile ilgili maddi ve manevi katkı sağlayan başta Şeker Fabrikası Müdürü Sayın Fikri Cömert beyefendi olmak üzere, Fabrika çalışanlarına ve hayırsever iş adamlarından Alpullu’nun çınarı olarak bilinen Yakup Ayan’ın oğlu İlhan Ayan, Ahmet Karataş ve Şahset Ağdaş’a ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum” dedi. 1999 yılında

Babaeski Devlet Hastanesinin yenilenmesi esnasında boş ta kalan eski hastane morgunu da Alpullu Şeker Camiine aldıklarını belirten Aydemir, önümüzdeki günlerde proje halinde olan Tuvaletlerin yerinin değiştirilmesi ve günümüz koşullarına uygun olarak çağdaş ve modern yeni tuvalet yapılması çalışmalarının da başlayacağını ifade etti.

Caminin Minare ile birleşen köşesinden yağmur sularının sızması ile silinen cami içindeki boyalı desenlerin ve motiflerin teknik ressam Kadri Özçetin, tarafından hiçbir ücret talep edilmeden yapıldığını da kaydetti.

Musallah taşının yerinin değişmesi ve tente çekilmesi kararı 05/02/2015 tarih ve 2175 sayılı karar

Samofor Camii
Kadri Özçetin ağabey anlatıyor... "Cami 1974-1975 yılları arasında yapıldı. İnşaati iki yıl sürdü. Büyük arabalar Ergene köprüsünden geçemediği için Alpullu-Sinanlı arasına yeni bir köprü yapılmaya karar verilmişti. Köprünün resmi adı yok ama, biz ona YENİ KÖPRÜ adını taktık. Yeni Köprü camiden bir yıl önce  1973-74 yılları arasında yapıldı. O köprü yapılırken Gâni Dinga, Aşçı Hasan Kaya ve Abdurrahman Balkan'ın girişimleriyle Samafor mahallesine yeni bir cami yapılması için girişimde bulunulmaya karar verildi. Cami yeri olarak Samafor mahallesi yolunun demiryoluna bakan yerdeki üç dönümlük boş fabrika arazisi seçilmişti. Fabrikaya teklif götürüldü ve uygun görüldü. Bunun üzerine temelleri kazıldı.

İnşaat malzemesine ihtiyaç vardı. Malzemenin bir bölümü Yeni Köprü inşaatından sağlandı, diğer bölümü ise fabrikadan ve vatandaşlardan gelen yardımlardan. O sıralarda fabrikada çok sayıda tuğla vardı. 1971 yılında meydana gelen deprem sonucunda fabrikanın "borusu" veya bacası çatlamış ve yıkılmasına karar verilmişti. Boru yıkılınca çok sayıda tuğla çıkmıştı ortaya. Fabrika bu tuğlaları camiye verdi ve onları caminin inşaatında kullandık.

Yeni Köprü'yü yapan kişilerden de çubuk demir, çimonto ve benzeri malzemeleri temin ettik. Caminin minaresini
Habibe Ulubalkan adlı hayırsever bir ablamız yaptırdı. O aynı zamanda yeni mezarlığın dışına bir çeşme de yaptırmıştı. Din görevlileri olarak  imam Mustafa Ateş, Sivaslı Mustafa ve yine Sivaslı Hamza hocalar vardı. Şimdiki imamımız Tekirdağlı Ramazan Gülseren hoca. Cami 100 metre kare büyüklüğünde yapıldı."

Samafor Camii benim için önemli. Babam bu camiye epey bir bağışta bulunmuştu. Ne verdi ne yaptı bilmezdik. Çünkü söylemez konuşmazdı. Kadri ağabey söylüyor "kendisinden yardım istediğimiz zaman cebindeki bütün paraları çıkarır verirdi, kaç para veriyorum diye bakmazdı". Bir defasında çimento aldığını duymuştuk. Ne kadar, kaç torba... Kamyonla mı? Allah ile onun arasında... Caminin mihrabını o yaptırdı. Babaeski'de mermer kestirdi, onları minübüsle taşıyıp camiye götürdü. Planını, taşların nasıl döşeneceğini hep kendisi belirledi. Çok estetik değil ama, parası veya gücü o kadarına yetiyordu. Sonra evimizdeki çeşitli hüsn-ü hat yazılarını topladı ve Babaeski'den satın aldığı bir mermerin üzerine o yazıları bir karban kağıdı kullanarak benim yazmamı istedi. İki metreye elli cantimlik bir mermerdi. Yazı işlemi bitince içini  renkli yağlı boya ile  boyadım. Kuruttuk. Yazıda boya taşan yerleri zımparayla sildim. Babam o mermeri götürüp yaptırdığı mihrabın üzerine yerleştirdi. Çok da estetik olmayan mihrabı böylece bir ölçüde güzelleştirmiş oldu. Mihrabın hemen üzerinde yeşil renkli kare biçimli küçük bir seramik var. Üzerinde besmele yazıyor.  Bu besmele evimizin girişinde duvara gömülü bir vaziyette duruyordu. Cami yapılırken babam onu oradan çıkardı ve "Bu besmele camiye daha iyi yakışır, onu mihraba koyacağız" dedi. İmkanı ve gücü nisbetinde kendine göre birşeyler yapmaya çalıştı.

Bir alışkanlığı vardı. Cuma ve bayram namazlarını mutlaka Samafor camiinde kılardı. Samafora giderken orada Kuran okuyan çocuklara, hocaya ve o mahallede sakat olarak yaşayan iki çocuğa vermek üzere yanına bir şeyler almadan asla gitmezdi. Pisküit, nane şekeri, olips şekeri, meyve, gofret, çukulata, bahçeden topladığı erik, incir, elma veya armut... Son on yılda gözleri görmedi. Fakat herkesle konuşur, cematten insanları seslerinden tanımaya çalışırdı. "Sen misin be Hasan" diye sorardı.